Yrd. Doç. Dr. Uğur Dolgun'un Web Sitesi
  Iktisat Sosyolojisi
 

TOPLUM VE İKTİSAT

İlk dönem sosyolojisi, birçok önemli kavramı ekonomistlerden ödünç almıştır. Örneğin Marks, insanın toplumsal davranışını ekonomik determinizme dayandırır.
Ekonomi, mallar ile hizmetlerin üretimi-dağıtımı ve tüketimini örgütleyen sosyal bir kurumdur.
 
EKONOMİK DÜZENİN SOSYOLOJİK ANALİZİ:
Sosyolojide, ekonomik düzenin farklı yönlerine odaklanan üç yaklaşım söz konusudur:
 
A- Fonksiyonalist Yaklaşım:
Bunlar, toplumda istikrarın nasıl sürdürüleceği ile ilgilenirler. Buna göre, toplumsal istikrar bazı gereklilikler ve fonksiyonların yerine getirilmesiyle sağlanır:
 
- Malların ve Hizmetlerin Dağılımı: Fonksiyonalistler, serbest piyasa ve kar anlayışını öne çıkartan kapitalist sistemin, malların­/ hizmetlerin dağılımı ile üretimin teşvikini yeterince iyi sağladığına inanırlar. Eğer yeni bir mal/ hizmet için piyasada talep varsa, bazı girişimciler bunu keşfedecekler ve bundan kar elde edeceklerdir. Bunun yanında, merkezi/ bürokratik yapıya sahip olan sosyalist sistem, kişilere risk almalarını ve yeni işler geliştirmelerini teşvik edecek yüksek karlar sağlamadığından, piyasanın taleplerine yeterince cevap veremez.
 
- Gücün ve Zenginliğin Üretimi: Ekonomi ile siyasi kurumlar arasında yakın bir ilişki bulunduğu varsayımı bağlamında, bu ilişki toplumun kaynaklarının yönlendirilmesinde etkinliği arttırır. Örneğin, kapitalist toplumlardaki ekonomik başarı, bireylerin zenginleşmelerine ve bunu güce dönüştürmelerine imkan sağlar. Güç, bireylere hükümetleri etkileme imkanı verir; bu da yeni yatırım alanlarına yol açar.
 
- Yenilik: Kapitalist toplumlar sürekli yenilik halinde olduklarından, çevrelerindeki değişime daha iyi uyum sağlarlar. Bunda, rekabet temel etkendir.
 
B- Çatışma Kuramı:
İstikrar konusunu vurgulayan fonksiyonalist yaklaşımın tersine; çatışma kuramları, ekonomik düzenin istikrarsızlığı üzerine odaklanır. Hatta, kapitalizmin kendisini çelişki olarak görerek, uzun vadede kendi kendini yok edeceğini iddia eden kuramcılar vardır.
Marks ve takipçileri, serbest piyasanın sınıf çatışması ile işgücünün yabancılaşmasına yol açacağını ilan etmişlerdir. Burada kapitalizmin sonucu olan ekonomik eşitsizlik ön plana çıkar. Örneğin, bugün Amerika' da nüfusun yüzde 10' luk grubunu oluşturan en zengin aileler, nüfusun yüzde 90' nından daha fazla birikime sahiptirler.
 
C- Sembolik- Etkileşimci Yaklaşım:
Diğer iki yaklaşım, ekonomik düzenin işleyişi ve sonuçları üzerinde dururken; sembolik yaklaşım, bireyler- gruplar ve ekonomi arasındaki etkileşimi konu alır. Bunlar özellikle, kariyer sosyalleşmesinin etkisi üzerinde dururlar.
Çatışma ve kariyer sosyalleşmesinin üzerine temellendiği sosyalleşme, formel ve informel olmak üzere ikiye ayrılır:
 
İnformel Sosyalleşme Araçları: İlk ve en önemli sosyalleşme aracı ailedir. Ekonomik davranışla ilgili olarak aileler, çocukların çalışmaya yönelik tutumlarını ve kariyer süreçlerini etkilerler. Çocuklar genellikle, aileleri ile aynı mesleklere girerler. Mesleki miras olarak adlandırılan bu süreç, aileler çocuklarını aile işletmelerine getirdiklerinde başlar.
Ayrıca, arkadaş çevresi ve medya da, rol modelleri sağlaması açısından önemlidir.
 
Formel Sosyalleşme Araçları: Okul ve iş çevresi ise, formel mesleki sosyalleşmeyi sağlar. Okullarda rehberlik servisleri, öğrencilerin meslek tercihlerini etkilerken; işyerlerinde de kariyer planlaması aynı görevi görür.
 
 
SANAYİ ÖNCESİ TOPLUMLAR
Bu toplumlar, ekonomik sistem açısından iki kategoride ele alınabilirler:
 
A- Avcı ve Toplayıcı Toplumlar:
Daha çok küçük göçebe gruplardan oluşan bu toplumlarda, avcılık erkekler tarafından toplayıcılık da kadınlar tarafından yapılır. Böylece cinsiyete dayalı ilkel işbölümü söz konusudur
Belli bir ekonomik sistemi bulunmayan bu toplumlarda, malların üretimi- dağıtımı ve tüketimi aile içinde gerçekleşir.
Bu toplumların gelişimiyle, tarım toplumları ortaya çıkmıştır.
 
B- Tarım Toplumları:
Tarım ile birlikte toprak işlenmeye ve hayvanların gücünden yararlanılmaya başlanmış, böylece verimlilik büyük oranda artmıştır.
Bu aşamada ortaya çıkan dört faktör -tarım teknolojisi, verimliliğe dayalı uzmanlaşma, toprak parçasına yerleşme, ticaret- ekonominin devrimsel dönüşümüne yol açmıştır.
 
Birinci aşamadaki tarım toplumları, toprağı ekmek ve işlemek yoluyla 'toplumsal artık' ortaya çıkarmışlardır. Yani, ürettikleri ürün bir yandan kendi ihtiyaçlarını karşılarken, diğer yandan da tarım dışı işler yapan diğer insanların ihtiyaçlarını karşılamıştır. Bunun sonucu olarak yönetim, askerlik ve din adamlığı gibi alanlarda uzmanlaşma yaşanmış ve böylece iktidar temelli olarak hiyerarşik bir toplumsal düzen gündeme gelmiştir.
 
İkinci aşamadaki tarım toplumlarında ise, işbölümü daha da gelişmiştir. Balıkçıl, demircilik gibi yeni meslekler ortaya çıkarken; siyasal kurumlar da giderek karmaşıklaşmış ve mülkiyet hakları ön plana çıkmıştır.
 
SANAYİ TOPLUMLARI
Sanayileşme, en genel şekliyle fabrika üretimine dayalı bir sistemin egemenliğindeki toplumsal örgütlenme biçimi olarak adlandırılır.
18. yüzyılın ikinci yarısında İngiltere'de ortaya çıktığı kabul edilen sanayileşmenin ortaya çıkışı konusunda, Rostow önceki uygarlıklarda bulunmayan üç etkenden bahseder:
 
- Sanayi devrimiyle insan, kendisinin doğayı anlayacağı ve ona hükmedebileceği fikrine ulaşmıştır. Doğa kanunlarının matematiksel araştırmalar sayesinde bilinebileceği duygusunun egemenliğindeki bu görüş, insanın doğa üzerinde yeni bir iktidara sahip olduğu düşüncesidir.
 
- Yeni bilim adamları artık sadece matematikçi değil, aynı zamanda araştırmacı ve deneycidirler. Modern bilimin sonucunda, bilim adamları ile alet yapanlar arasındaki bağ güçlenmiş; bu da buhar makinesi ve teknolojik makineler gibi icatları doğurmuş ve sanayileşmeye yol açmıştır.
 
- Bilim adamları ile mucitler ve iş adamları, artık aynı çatı altında bir araya gelmişlerdir.
Görüldüğü gibi sanayileşme sürecinde, bilimsel düşüncenin önemi büyüktür.
 
ÇAĞDAŞ SANAYİ TOPLUMU TEORİLERİ
Sanayi toplumu kavramı, 2. Dünya Savaşından sonra büyük popülarite kazanmıştır. Bu dönemde, kapitalizmde köklü dönüşümler yaşanmıştır.
 
Sosyologlar, modern toplumu en iyi tanımlayan kavramın 'kapitalizm' değil 'sanayi toplumu' olduğu görüşünde birleşmişlerdir. Sanayi toplumunun temel karakteristikleri şunlardan oluşur.
 
- Öncelikle üretimin dev fabrikalarda yapıldığı ve girişimin aileden ayrıldığı toplum biçimidir. Toplumun merkezini fabrika oluşturur ve geleneksel toplumda olduğu gibi aile bireyleri bir arada çalışmazlar.
 
- İşbölümü orjinal bir tarza kavuşur. Taylor' un ortaya koyduğu "bilimsel yönetim" anlayışı doğrultusunda, rasyonalite gereği iş/ çalışma küçük parçalara ayrılmış ve çok sayıda farklı uzmanlık alanları ortaya çıkmıştır.
 
- Rasyonalite, sürekli olarak maliyetlerini kısarak karlarını arttırmak amacındaki firmalariçin en önemli unsurlardan biri olmuştur.
 
- Sekülerizm gelişmiş ve bürokratik örgütlenme en had safhaya gelmiştir.
 
- Üretim ölçeklerinin büyümesi, ulaşım ve haberleşmenin artışı gibi faktörler; bütünleşmiş ulusal ekonomilerin ve merkezi iktidarların doğuşuna yol açmıştır. Bunun sonucunda, liberal demokrasi temelinde ulusal devletler önem kazanmıştır.
 
- Sermaye birikimi, diğer önemli özelliktir. Hızla büyüyen sanayi kentlerinin ortaya çıkışı ve buralardaki fabrikalarda on binlerce insanın çalışmaya başlaması, ciroları bir çok ülkenin G.S.M.H.' ını aşan dev ölçekli şirketlerin doğuşuna yol açmıştır.
 
- Sınıf çatışmaları, toplu pazarlık- tahkim ve arabuluculuk şeklinde kurumsallaşmıştır.
 
SANAYİ TOPLUMUNDA İŞİN ÖRGÜTLENMESİ
            A- İdeal Tip Bürokrasi Teorisi:
            Endüstri uygarlığının gelişimine paralel olarak işin niteliğinde ve iş yerinde köklü dönüşümler ortaya çıkmıştır. Daha önce örnekleri görülmedik şekilde ortaya çıkan dev endüstriyel organizasyonların örgütlenmesi oldukça önemli bir sorun haline gelmiştir.
            Weber'in "İdeal Tip Bürokrasi Teorisi", klasik örgüt teorilerinin ilk ve en önemlilerinden birisini oluşturmaktadır. Weber'in geçen yüzyılın son döneminde Batı Avrupa'daki gelişmelerden hareketle geliştirdiği ve onun rasyonelleşme ile dünyanın demistifikasyonu konusundaki görüşlerine dayanan bürokrasi teorisi, daha sonraki yıllarda örgüt incelemelerinde en önemli kılavuz olmuştur. 
            Bu teorinin ana özelliklerinin başında "ileri düzeyde işbölümü" gelir. Bilindiği gibi 19. yüzyılda gerek Batı Avrupa'da gerekse Amerika'da işgücünün temel karakteristiği içinde günümüz Türkiyesi'ne benzer şekilde "Ne iş olsa yaparım" diyen kırsal kesimden yeni göç etmiş ve geldiği yerle hala bağlarını sürdüren vasıfsız ya da yarı vasıflı işçilerin çoğunlukta oluşu dolayısıyla işler en vasıfsız işçilerin dahi anlayabileceği şekilde standartlaştırılmıştır. İşçi bu süreçte sadece kendisine verilen rutin işi yerine getiren kişidir.
            Weber'in örgüt teorisinin ikinci özelliği ise dev kuruluşlar halinde faaliyette bulunan endüstriyel kuruluşlar içinde çok küçük parçalara bölünmüş işler arasında koordinasyonu sağlamak amacıyla otoritenin merkezileştirilmesi yoluna gidilmesidir.
            Weber, ilke olarak bürokrasiyi savunmamakla birlikte, rasyonel esaslara göre örgütlenmiş, endüstri toplumun bir ürünü olan bürokratik örgütlenmenin toplumun taleplerine diğer örgütlerden daha iyi cevap verdiği görüşündedir. Bunun yanı sıra bürokrasinin hesaplanabilir kurallara ve kişilere göre değişmeyen bir biçimde yürütülmesi onun bir diğer üstünlüğünü oluşturur. Weber'e göre bir örgüt ne kadar "insanilikten uzaklaşırsa" o kadar başarılı olur. Resmi işlerden sevgi nefret ve tüm hesaplanamaz kişisel rasyonel olmayan öğeler ne denli ayıklanırsa bürokrasi asıl niteliğine o denli yaklaşır. Bürokratik örgütlenmenin bu niteliği onun erdemi olarak kabul edilir.
            Uygulamada endüstri toplumunun iş örgütlenmesi yöntemi, Taylor'un "bilimsel yönetim" teorisiyle özdeşleşmiştir.
 
            B- Taylorist Bilimsel Yönetim Anlayışı ve İnsan İlişkileri Okulu:
            Weber'den farklı olarak, Taylor bir bilim adamı değil bir mühendistir. Dolayısıyla Weber'in örgütlere ilişkin çalışmalarındaki teorik boyuttaki ağırlığın yerini Taylor'da daha çok uygulamaya yönelik boyut alır. Ancak Weberyen teoriden etkilenmesinden dolayı, büyük benzerlikler söz konusudur.
            Bilgiyi işin incelenmesine uygulayan Taylor, önce işin analizini, sonra da mühendisliğini yapmıştır. Bilindiği gibi Taylor'un iş kavramını incelemeye başladığı dönemde işçilerle işverenler arasında oldukça şiddetli gerilimler mevcuttur. Ancak Taylor'a göre bu çatışma gereksizdir. Eğer verimlilik artırılabilirse hem işçiler hem de işverenler bundan kazançlı çıkacaktır. O, örgütün mekanik boyutu ile ilgilenmiş ve bir işi yapmak için "en iyi tek yolu" bulmak istemiştir.
            Atölyeler ile bürolarda yapılan ve önemli bir vasıf gerektirmeyen, ayrıca rutin bir özellik sergileyen işleri analiz eden Taylor'un yöntemi şunlardan oluşur:
            . Bir işin yapımındaki en iyi tek yolu bulmak için, zaman ve yöntem etütleri uygulanmalıdır. En iyi yöntem, günlük üretimi maksimum noktaya çıkaran yönetim anlayışıdır.
            . İşçiler, çalışma esnasında her iki ellerini de kullanabilmelidirler
            . İşçi, işi en iyi ve en hızlı biçimde yapabilmesi için özendirilmelidir. Bu amaçla, bütün aletlerin yerleri sabit olmalı ve iş tanımları yapılmalı
            . İşçiye verilen ücret ile performansı arasında doğrusal bir ilişki olmalıdır. İşçi, standart üretim düzeyini aştığında ek prim verilerek motive edilmelidir.
            Bunun yanında, Taylor'un bilimsel yönetim anlayışı da şu unsurlardan oluşur:
            · Atadan kalma yönetim anlayışı yerine bilimsel yönetimin tesisi
            · Çatışma değil uyumu
            · Bireycilik değil işbirliğini
            · Sınırlı üretim yerine, maksimum üretimi
            · Her insanın etkinliğinin ve refahının maksimum düzeyde artırılması savunmuştur.
           
            Bu anlayış büyük ölçüde, hem sosyalist hem de kapitalist sistemlerde işçinin tembel olduğu, insanın doğası gereği çalışmayı sevmediği ve sorumluluktan kaçındığı varsayımlarına dayanır. Nitekim insanın işten kaytarmasının genel bir kural olduğunu söyleyen Troçki'nin "insan tembel bir hayvandır" sözü büyük ölçüde bu mentalitenin bir ürünüdür.
            Taylor'un görüşleri özellikle sendikalar tarafından büyük tepki görmüş olmasına rağmen uygulamada öncelikle de ABD'de büyük rağbet görmüştür. Özellikle Henry Ford'un kitle üretimini öngören ve 20. yüzyıla damgasını vuran yönetim anlayışının temellerini, bu işin değerlendirilerek küçük parçalara bölünmesini ve standartlaştırılmasını öngören, yönetim anlayışına dayandırdığını görüyoruz. Bu sayede endüstri öncesi toplumun vasıf ve çalışma alışkanlıklarına sahip işçilerin verimleri çok daha kolay bir şekilde artırılabilmiştir. Taylor'un fikirlerinin uygulamaya geçirilmesinden sonra tüm ileri ülkelerde verim elli katına çıkmıştır. Bu verimlilik patlamasından işverenler kadar işçiler ve toplumun diğer üyelerim de faydalanmıştır.
           
            C- Fordizm: Kitle Üretimi
            Taylor'un bilimsel yönetim anlayışının uygulamadaki temsilcisi Henry Ford olmuştur. Ford bu ilkelerden hareketle, sipariş usulü üretimden kitle halinde seri üretime geçmiştir. Burada ileri düzeyde işbölümü ile standartlaştırmayı katı biçimde uygulayarak, verimlilikte büyük artışlar sağlamıştır.
            Bu sistemde en önemli unsur, parçaların birbirlerinin yerine tam ve tutarlı biçimde geçecek şekilde değiştirilebilir olmasıdır. Bu süreçte montajcı da, sadece tek bir işi yapmaktadır. Örneğin, sadece arabanın camlarını ya da kapı kollarını takmaktadır; diğer hiçbir işlem onun alanına girmez. Bir hata gördüğünde, bunu gündeme getirmesi söz konusu dahi değildir; bu tip kararlar, mühendisler ile ustabaşlarına aittir. Aynı katı işbölümü, mühendisler için de geçerlidir; bazıları imalatta bazıları da montaj işlemlerinde uzmanlaşmışlardır.
            Bu arada makineler de, vasıfsız işçilere hitap eder şekilde, kullanımı basit ve dar amaçlıdır.
            Bu dönem, işçiler ile sermayedarlar arasında gerilimlerin olduğu bir sürece denk düştüğünden, düşünmeden sadece kendisine buyurulan işi yapması istenen işçi tümüyle karar sürecinin dışında bırakılmıştır. Yani, işçinin üretim süreci içindeki kontrolü tamamen ortadan kaldırılmış; işçilerin tatmini, ücret artışları yoluyla sağlanmaya çalışılmıştır.    
            Özetle belirtmek gerekirse bu üretim biçiminin temel özellikleri şunlardır:
            1. Standart parçaların birleştirilmesi, özel amaçlı makinaların kullanımı, işgücünün vasıf yönünden küçük parçalara ayrılması ve montaj hattı.
            2. Büyük hacimli kitle üretimi yoluyla sağlanan ölçek ekonomileri,
            3. Gümrük duvarları yoluyla korunan pazarlarda, uzun süreli standart mal üretimi,
            4. Büyük fabrikalarda yarı vasıflı kitle işçileri ile yüksek ücretli işçilerin konsantrasyonu,
            5. Merkezi yönetim tarafından karakterize edilen, işin örgütlenmesinin hiyerarşik ve bürokratik biçimi,
            6. Arz, talep ve refah dengeleri ve Keynezyen politikalar tarafından düzenlenen ulusal devlet ekonomilerinin yönetimi,
            7. Kitle üretimi ve kitle tüketimi arasında bağlantının mevcudiyeti.
            Fordist üretim biçiminin yaygınlık kazanmasıyla, fabrikalar sanayi toplumlarının merkezi haline gelmiştir. Örneğin fabrika, okuldaki eğitim-öğretim yapısını da şekillendirmiştir.
            Bunun yanında, fordist kitle üretiminin yaygınlaşmasıyla, sendikalar ile meslek odaları güçlenmişler; bu da beraberinde köklü dönüşümleri getirmiştir.
 
            D- Fordizmin Krizi:
            1970'li yıllar Dünyada genel ekonomik krizle birlikte Taylorist/Fordist kitle üretiminin de krize girdiği yıllardır. Bilindiği gibi kitle üretiminin varlığını sürdürebilmesi standart tüketim kalıpları ve istikrarlı pazarların mevcudiyeti ile yakından ilgilidir. Ayrıca kitle üretiminde pazarlar hem kitle olarak üretilmiş mallar için yeterli, hem de büyük ölçekli firmaların maliyetlerini amorti edebilmesi için istikrarlı olmalıdır. 1970'li yıllara değin gerek ulusal gerekse uluslararası piyasalar kitle üretimi için oldukça müsait olmuştur. Bu dönemde uygulanan Keynezyen politikalarla desteklenen "refah devleti" uygulamaları piyasaları genişleterek kitle üretimi için oldukça uygun bir ortam sağlamıştır.
            Yukarıda belirtilen tarihten sonra ise piyasalarda genel bir istikrarsızlık görülmeye başlanmıştır. Ayrıca giderek ucuzlayan teknoloji küçük ve orta ölçekli firmalara geçmişten farklı olarak, büyükler karşısında rekabet edebilme şansı vermesi piyasalarda rekabetin daha çok kızışmasına ve dolayısıyla kitle üretiminin de daha çok krize girmesine yol açmıştır. Ayrıca rekabetin arttığı bu dönemde giderek daha çok seçeneğe sahip hale gelen tüketici de daha fazla kırılgan hale gelmiştir. Dolayısıyla esnekliği olmayan, büyük stoklarla çalışan dev firmalar, talepleri kısa sürede değişen oldukça nazlı tüketicilerden oluşan istikrarsız piyasalarda eski avantajlarını kaybederek yaşam mücadelesi vermeye başlamışlardır.
            Bunun yanı sıra 70'li yılların sonundan itibaren bazı ülkelerin, talebi canlandırmayı öngören Keynesyen politikalardan sıkı para politikasını öngören Friedmancı politikalara yönelmiş olmasının da etkisiyle talepte daralmaların ortaya çıkması kitle üretiminin çok daha olumsuz etkilenmesine yol açmıştır.Özellikle petrol fiyatlarının artışı devletlerin sosyal refah harcamalarını kısmalarına yol açmıştır.
            Kitle üretiminin çözülmesinde yukarıda anılan faktörlerin dışında teknolojik gelişmenin çeşitliliği ve "sipariş usulü çalışma"yı ucuzlatmış olması kitle üretiminin avantajlarını ortadan kaldırmıştır. Bunun yanı sıra geçmişte kitle üretiminin rasyonel örgütlenmesi olarak kabul edilen katı bürokratik yapılanmalar yeni toplumun ve ekonominin gereksinimlerine cevap veremez olmuştur. Bir diğer ifade ile 70'lerdeki petrol krizi aynı zamanda eski endüstri toplumunun da ölümü anlamına gelmektedir
 
            SANAYİ SONRASI TOPLUMLAR
            Başta D. Bell, Y. Masuda ve A. Touraine olmak üzere çeşitli sosyal bilimciler, 1960'lı yılların ikinci yarısından itibaren sanayi toplumu yerine yeni bir toplumun yükselişinden söz etmişlerdir. Enformasyon toplumu olarak adlandırılan bu toplum, beraberinde büyük dönüşümlere yol açmıştır.
 
            Post-endüstriyel Toplumların Temel Özellikleri:
            A- Ekonomik Yapıda Dönüşüm:
Bell, post- endüstriyel toplumun temel özelliğini malların üretiminden hizmetlere yöneliş olarak belirtir. Aslında hizmet sektörü tüm ekonomilerde mevcuttur. Ancak, geleneksel toplumlarda ev merkezli hizmetler söz konusu iken, sanayi toplumunda üretime yardımcı nitelikteki finans ve taşımacılık gibi hizmetler; post- endüstriyel toplumda ise eğitim ve sağlık gibi insani hizmetler ile bilgisayar ve ar- ge gibi mesleki hizmetler ön plana çıkmaktadır.
Günümüzde ise, bu üç sektörün yanı sıra enformasyon sektörü de özellikle gelişmiş ülkelerde yaygınlık kazanmaktadır. Bu sektör, elektronik, bilgisayar, biyokimya ve uzay gibi yeni endüstrilerden oluşmaktadır.
 
B- Yükselen Yeni Sınıflar:
Sanayi toplumunda, en kalabalık çalışan grubunu yarı vasıflı işçilder oluşturmaktaydı. Hizmet sektöründe ise bunların yerini beyaz yakalı işçiler almıştır.
Bilgi işçisi olarak adlandırılan bu yeni sınıf bilgiyi üretimde kullananlardır. Gelişmiş ülkelerde bilgi ve hizmet işçilerinin oranı günümüzde toplam iş gücünün yaklaşık dörtte üçünü meydana getirmektedir.
Toplumsal yapıdaki değişimle birlikte, gücün anlamıda değişmektedir. Geleneksel toplumlarda ana üretim faktörü, toprak sahipleri ile ordunun elinde bulunan toprak iken; sanayi toplumlarında işverenlerin elinde bulunan makineler ile mallar; günümüzde ise, teknik elemanlar ile entelektüellerin sahip oldukları üretime yönelik bilgidir.
Sonuç olarak, kültürel sermaye ile de ifade edilen yeni sınıf, dördüncü sektörü oluşturmaktadır.
 
C- Bilginin Artan Rolü:
Bell' e göre yeni paradigma teorik bilgidir.
Sanayi toplumu, malların üretimi için makineler ile insanların koordinasyonuna dayalıdır. Yeni toplum ise, teorik bilgi etrafında örgütlenmektedir. Artık, stratejik kaynak haline gelen teorik bilgiyi piyasada ürün- hizmete dönüştürenler ile eğitim ve ar- ge harcamalarına en fazla yatırımı yapan kuruluşlar başarılı olacaklardır.
Özetle, kas gücünün yerini entelektüel güç almıştır.
 
D- Enformasyon Teknolojileri:
Sanayi toplumunun ortaya çıkışında buhar makinesinin temel bir rol oynaması gibi, yeni toplum yapısı içinde de enformasyon teknolojileri itici güç haline gelmiştir.
Bu teknolojiler, toplumu iki şekilde değiştirmektedir: Birincisi, yeni malların üretiminde ve hizmetlerin yerine getirilmesinde büyük imkanlar sağlamaktadırlar. (tele bankacılık, tele posta, tele alış- veriş, vb) İkincisi, bu teknolojiler sahip oldukları verimlilik etkisinden dolayı da hayatımızı değiştirmektedirler. Bir yandan giderek yaygınlaşan bu ürünler daha düşük fiyatlardan satılırken diğer yandan da işsizliği arttırmaktadırlar.
İlk dönemlerde ulusal güvenlik ve uzay gibi dev çaplı bilimsel çalışmalar için kullanılan bilgisayar teknolojisi, artık verimlilik arttırımı ve büyüme gibi nedenlerle işletmeler tarafından kullanılmaya başlanmıştır.
 
D- Post- Endüstriyel Toplumun Diğer Karakteristikleri:
Bahsedilen değişmeler yanında başka köklü değişimler de ortaya çıkmıştır. Örneğin, kitle üretimi ile kitle haberleşmesi giderek çözülürken, bireyin konumu daha da güçlenmektedir.
Sanayi toplumundaki işçi haretlerinin ve grevlerin yerini, enformasyon toplumunda bireysel hareketler alacak; gönüllü teşebbüsler ile sivil toplum örgütleri de giderek önem kazanacaktır.
Bunun yanında, ulus- devlet gücünü kaybetmeye başlarken, bunun yerine küreselleşme ve bloklaşma ile yeni kabilecilik almaktadır.
 
 
POST- ENDÜSTRİYEL ÇAĞDA İŞİN ÖRGÜTLENMESİ
Enformasyon toplumuna geçişle birlikte çalışma yaşamı da büyük değişimler geçirmiştir.
 
1- Standartlaşmanın Sonu:
            Özellikle 1970'li yıllardan itibaren artan rekabet ortamında faaliyette bulunan işletmeler yeniden yapılanma sürecine girmişlerdir. Çünkü kitle üretimi için gerekli olan piyasalar büyük ölçüde doyma sürecine girmiş ve rekabet son derece şiddetlenmiştir.
            Yine ucuzlayan ve yaygınlaşan teknolojiler sayesinde kitle iletişim araçlarında tekeller kırılmaya başlanmış ve toplumsal farklılaşma ve dolayısıyla bireyselleşme güç kazanmaya başlamıştır. Tüketici artık kendisine sunulan çeşitli ürünler karşısında gerçek anlamda krallığını ilan etmiştir. Bir üründen diğerine çok daha kolay geçer hale gelmiştir. Sürekli en iyi ve en ucuz mala doğru değişen ve farklılaşan tüketicinin taleplerine kitle üretimi cevap veremez hale gelmiştir. Buna karşılık dev firmalar karşısında, daha küçük ve esnek firmalar pazarlarda daha avantajlı hale gelmeye başlamışlardır.
            Ayrıca Fordizmin kitle üretim anlayışına karşı çıkılmasında, ekonomik faktörler yanında, onun beraberinde getirmiş olduğu bireyin konumunu geri plana iten, yeknesak hale dönüştürülmüş yaşam biçiminin de etkisi olmuştur. Bilindiği şekilde aşırı işbölümünü öngören kitle üretiminin bireyin yabancılaşmasına yol açmış olması,"Modern Zamanlar" filminde ya da "İnsan İlişkileri" ekolünde olduğu gibi aydınlardan oldukça sert eleştiriler almıştır.
Şirketler varlıklarını koruyabilmek için piyasanın taleplerine hızla cevap verecek tarzda örgütlenme arayışına girmişlerdir. Geçmişte kitle halinde standartlaştırılmış üretimde bulunan firmalar, daha esnek ve daha çevik örgütlenme biçimine yönelmişlerdir.
Bunun yanı sıra, Taylorizm ve brokratik örgütlenme gibi katı ve hantal yapılarda günümüzün gereksinimlerine de cevap veremez hale gelmiştir.  Bunların yerini küçük ve orta ölçekli işletmelerde esnek üretim anlayışını ön plana çıkaran örgütlenmeler almıştır.
 
2- İşin Yeniden Örgütlenmesi: Esnek ya da Yalın Üretim
            70'lerin sonlarından itibaren kitle üretiminin krize girmesi neticesinde işin örgütlenmesinde yeni arayışlar başlamıştır. Ortaya çıkan bu üretim biçimi Lash ve Urry gibi bazı sosyologlar tarafından çok net bir görünüm sergilemediğinden sermayenin düzensiz yeniden yapılanması ya da "örgütsüz kapitalizm" olarak tanımlamaktadır.
            Ancak bugün yeni üretim düzenini tanımlamada en çok kullanılan kavramlardan birisi, esnek üretimdir. Giderek yaygınlık kazanan bu üretim biçiminde işin örgütlenmesinin geçmişten farklı olarak çok köklü bir dönüşüme uğradığına tanık olmaktayız.
Enformasyon toplumu, genel olarak küreselleşmenin egemen olduğu toplum biçimidir. Burada, uluslararası rekabet son derece önemlidir ve en kaliteli ürünü en ucuza üretmek önem kazanmaktadır. Bu nedenle, çalışanlar üretim sürecine dahil edilmektedir.                           
Yeni yapının en önemli unsurlarından birini "küçük güzeldir" ilkesi oluşturur. Çünkü kitle üretimi yapan dev ölçekli firmalar, istikrarsız piyasalar karşısında küçük firmalar gibi uyum gösterememektedir. Buna göre, bir alanda uzmanlaşmış ve esnek firmalar, kriz şartlarına daha kolay uyum sağlamaktadırlar. Ancak, bazı sektörlerde kartelleşme yine de devam etmektedir. 
Toyoto firmasının üretim biçiminden esinlenilerek Taylorist sisteme karşı geliştirilen ve Toyotoizm denilen örgütlenme biçimine göre, kitle üretiminin standart üretim anlayışının yerini ürün farklılaştırılmasının arttırılması almaktadır. Çünkü bireyselliğin güçlendiği ve aynı malı üreten firma sayısının arttığı günümüzde, tüketicinin sürekli değişen taleplerine uygun malı en hızlı şekilde üretmek önem kazanmaktadır.
 

Taylorist-Fordist Modelin unsurları
Fonksiyonel Alternatif (Toyotoizm (1)
Standart üretim
Ürün farklılaşması
Bant üretimi
Modül üretim
Tek amaçlı makineler
Esnek makineler
Vasıfsız işçiler
Vasıflı işçiler
şük iş motivasyonu(Umursamazlık)
Yüksek iş motivasyonu (Özdeşleşme)
Çatışmacı iş ilişkileri
İşbirliğine dayanan ilişkiler
Hiyerarşik yönetim
Katılımcı yönetim
Dikey işbölümü(planlama ve uygulama arasında ayrım)
Dikey iş entegrasyonu (Zenginleştirme)
Dışarıdan kontrol
İçeriden kendi kendini kontrol
Yatay işbölümü(Görevlerin aşırı sınırlandırılması)
Yatay iş entegrasyonu (genişletme)
İşçileri iş yerine bağlama
Rotasyon
Makine temposuna uygunluk
Montaj hattından bağımsızlık
Zaman standartları
Zaman egemenliği
Bireysel çalışma
Grup çalışması

 
Bir tür esnek üretim biçimi olan yalın üretimin felsefesi, Japon toplumunun değerleriyle yakından bağlantılıdır. Burada grup kültürü, iş yerine bağlılığı öngören iş ahlakı ve ömür boyu istihdam gibi uygulamalar ilgili kültürel ortamı oluşturmuşlardır.
Kısaca belirtirsek, esnek ya da yalın üretimin başlıca karakteristikleri şunlardır:
            · Fazla işçilerde dahil, stok fazlalığı kaldırılır,
            · Kalite ve etkinlik doğru orantılı kabul edilir ve kaliteden taviz verilemez,
            · Bir üründen diğerine hızla değişebilme yeteneğine önem verilir,
            · Üretim sürecini gerekli şekilde anlayan çok becerikli elemanlar vardır,
            · Eğitime gerekli şekilde önem verilir,
            · İyi eğitimli işçileri elde tutmaya önem verilir,
            · Ücret sistemi, şirketin, tesisin ve bireyin performansına kısmen bağlıdır,
            · Statü engelleri azaltılır,
            · Yüksek bağlılığa dayalı iş uygulamaları vardır.
 
3- Küçük ve Orta ölçekli İşletmelerin Yükselişi:
Yeni toplum yapısında, dev ölçekli işletmelerin yerini küçük ve orta ölçekli işletmeler almıştır. Bu anlamda, yeni enformasyon teknolojileri,mevcut ölçek ile mekanın önemini giderek azaltmaktadır. Amazon. com bunun en güzel örneklerindendir.
Servis ve bilgi ağırlıklı sektörlerden oluşan bu firmaların çoğu bugün uluslararası ölçekte çalışmaktadır. Bugün birçok işletme yüzün altında eleman çalıştırmaktadır. Yönetim danışmanlığı, turistik işletmeler, özel sağlık kuruluşları bunların en önde gelenleridir.
İşin ilginç yanı, bugün dev ölçekli birçok firma bu şirketlere bağımlı hale gelmektedir. Bu küçük işletmeler, destek veren kuruluşlar veya taşeron firmalar olarak büyük işletmelerle iç içedir.
 
4- Post- Endüstriyel Çağın İşleri ve Örgütleri:
Beyaz yakalı işçilerin mavi yakalı işçilerin yerini alması gibi, işlerin niteliği ve çeşitliliğide giderek değişmektedir. İmalat, tarım ve madencilik gibi işler ortadan kalkmaya başlarken, hizmet ve enformasyon sektörüne ait işler öne çıkmaktadır. böylece GSMH dağılımı da değişmektedir.
Günümüzde artık tek kişilik işletmeler ön plana çıkacak, fabrikanın yerini internet alacaktır. Özellikle,geleceğin şirketi olarak değerlendirilen, sanal şirketler büyük ölçüde, networklerden faydalanarak, bu enformasyon paylaşımı ve işbirliği üzerinde gelişmektedir. Sanal şirket hem iç hem de dış kaynak kullanarak sahip olduğundan fazla kaynak kullanabilen bir şirkettir. Bu bağımsız şirketlerin katılımıyla oluşturulan, bir işbirliği türüdür. Dışarıdan bakan gözlemci için tek bir organizasyon olarak görülür. Ancak sanal şirket, ortak amaçlar için bir araya gelmiş bağımsız şirketler ağıdır.Sanal şirkette bürokratik bir yapı yoktur. Herkes kendinin patronudur. Her şey bilgisayar ve modem vasıtasıyla yapılır. Bunun yanı sıra, evde çalışma, tele çalışma ve network organizasyon gibi, bilgi çağına özgü yeni işyeri türlerinin ortaya çıktığına tanık oluyoruz. Bilindiği gibi, endüstri uygarlığı, işi aileden uzaklaştırdı; buna karşılık, enformasyon uygarlığı, işi tekrar eve getirmektedir. Bunun da toplumsal yapıda ve ilişkilerde sosyolojik bakımda oldukça öneml değişiklikler yapması beklenebilir.
Büyük işletmelerde ise çalışanlar açısından yönetimin yerini oto- kontrol mekanizmaları alacaktır.
Bunun yanında mesleki eğitim ve iş başında eğitim önem kazanacaktır. Ayrıca, yaratıcılık da aranan bir özellik haline dönüşecektir.    
  
5- LGİ ÇAĞI VE TÜRKİYE
            Önümüzdeki dönemde problemlerimizi ve geleceğimizi anlamak açısından C. Handy'nin deyimiyle "yeni bir düşünce şekli"ne ihtiyacımız var. Gelecekteki yaşamın bir parçası olarak, paradoksların kabulü, onunla birlikte yaşamakta ve idare edilmesinde ilk adım olacaktır. Handy'nin enformasyon toplumları için söylemiş olduğu bu paradokslar bizim gibi gelişmekte olan ülkeler açısından katmerli yaşanmaktadır. Ayrıca mevcut teorilerin bizim açımızdan açıklayıcılığı çok daha zayıftır.
            Bugün Türkiye post-endüstriyel dönüşümün belirleyicisi olarak içinde olmasa bile, enformasyon çağının sonuçlarından çok büyük ölçüde etkilenen bir ülke konumundadır.
            Türkiye'nin enformasyon/bilgi toplumu haline gelebilmesi için, önünde ciddi engeller var. Bunların başında çok iyi yetişmiş insan gücüne gereksinim var. Yeni teknolojileri üretecek ve kullanacak bu insan gücünün üretilmesi bazen bir nesil gerektirebilir. Ayrıca bu insan gücünü yetiştirmek kadar elinde tutabilmek de güç hale gelmektedir. Dolayısıyla Türkiye'nin enformasyon çağını yakalaması büyük ölçüde bu hızla artan nüfusunu yeni gelişmeler doğrultusunda iyi eğitebilmesine bağlıdır.
            Bilindiği gibi bilgi/enformasyon, eğer gerekli alt yapı ve onu kullanabilecek işgücü mevcut ise bir yerden bir başka yere adeta ışık hızı ile aktarmak mümkündür. Bu da gerekli insan gücü potansiyeline sahip olduğumuzdan bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin avantajını oluşturmaktadır. Bir diğer ifade ile doğru tercihlerde bulunulduğu takdirde gelişmekte olan ülkelere büyük bir fırsat da sağlamaktadır (Cresson, s.26).
            Türkiye'de rekabetten uzak, ezbere dayanan eğitim düzeni önemli bir sorundur. Hem kantite hem de kalite olarak enformasyon toplumunun gerekleri doğrultusunda eğitime ağırlık verilmesi anahtar bir unsur olacaktır. Ayrıca mümkünse tersine beyin göçünü sağlayacak gerekli düzenlemeler önem arz etmektedir.
            İşletmeler hala ar-ge'nin önemini kavramış değiller. Bizim Bursa'da iki organize sanayi bölgesinde yapmış olduğumuz bir araştırmaya göre, belli bir ölçeğin üzerindeki işletmelerin sadec yüzde 25'i ar-ge'ye sahip olduğunu belirtmişlerdir. Ancak bu yüzde yirmibeşlik payın da çok büyük bir kısmı, ar_ge'den ziyade, ar-ge adı altında yapılan proses iyileştirler. Firmalar büyük ölçüde daha kolay ve garantili olduklarına inandıkları, teknoloji transferi yoluna gitmektedirler.
            Türkiye enformasyon çağının gerisinde kalmak istemiyorsa, er veya geç mutlaka enformasyon alt yapısını kurmak zorundadır. Bunun çok maliyetli bir iş olduğu gerçektir; ancak bu alanda bütünüyle tüketici olarak kaldığı müddetçe önümüzdeki dönemde ödeyeceği bedel çok daha fazla olacaktır.
            Ar-ge yardı
mına ilişkin 22300 sayılı karar, bu yolda atılmış doğru bir adımdır. Özellikle kararda enformatik, ileri malzeme teknolojileri, gen mühendisliği/biyoteknoloji, uzay ve havacılık teknolojileri gibi alanlarda destek miktarının artırılması isabetlidir; ancak yeterli değildir. Bunun eğitim ve diğer alanlarla bir bütünlük içerisinde çok daha kapsamlı bir desteğe dönüştürülmesi gerekir.
            Türkiye, enformasyon toplumunun altyapısını oluşturan teknolojilerinin üretimine yönelik, çok köklü bir seferberliği başlatmadığı müddetçe, tüketici olarak yaptığı harcamalarla (ki bu başlangıç da kaçınılmazdır) gelişmiş ülkelerin ar-ge faaliyetlerini finanse edecektir. Bunun maliyeti çok daha yüksek olacaktır.
            Enformasyon teknolojilerinin giderek artan bir şekilde emeğe ikame edilmesi, önümüzdeki dönemde gelişmiş ülkelere tekstil sektöründe bile yeniden rekabet gücü kazandırabilecek olması, Türkiye gibi daha çok emek yoğun teknolojiler kullanan (ve enformasyon teknolojilerini henüz üretici hale gelememiş olan) gelişmekte olan ülkeler açısından son derece ciddi tehlikeler taşımaktadır.
   Başarı için Thurow'un da belirttiği gibi insan kaynaklarının ve kalifiye işgücünün önemli olduğu bu süreçte, hantal, bürokratik karar sürecinden uzak esnek örgütlenme bir diğer önemli faktörü oluşturmaktadır.
            Özellikle Hindistan ve İrlanda gibi ülkelerin yazılım sektöründe gerçekleştirdikleri başarı, bu süreçde geç kalmış bir çok ülkeyi umutlandırmaktadır.
 
 
  Bugün 8 ziyaretçi (8 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol