Yrd. Doç. Dr. Uğur Dolgun'un Web Sitesi
  Calisma Sosyolojisi
 

ÇALIŞMA SOSYOLOJİSİ

 
Sosyolojik anlamı içinde çalışmanın, genel kabul gören bir tanımı yoktur. Bu nedenle çalışma, tanımlanma sorunları ile karşı karşıyadır.
Öncelikle, emek ile çalışma arasındaki farkı vurgulamak gerekir. Emek, yaşamın sürdürülmesi amacıyla gerçekleştirilen bedensel faaliyetlerdir; çalışma ise, bir nedensellik bağlamında doğayı değiştirmeyi hedefleyen maddi edimlerdir. Çalışmanın tüm kuramcılarca kabul edilen genel bir tanımı bulunmamakla birlikte, çalışmayı çeşitli alanlar ile ilişkilendirerek sosyolojik olarak nitelemek mümkündür:
 
Ekonomi ve Devlet Açısından Çalışma: Bu anlamda çalışma, devleti oluşturan nüfus içinde "ekonomik açıdan aktif olanlar" ile "ekonomik açıdan aktif olmayanlar" arasındaki ayrımlaşma sonucunda tanımlanır. Burada önemli olan, aktivitenin niteliğidir. Çalışma, bir iş ile meşgul olan insanların vergilerini ve sigortalarını ödemeleri şeklinde tanımlanırsa; bu ödemeleri yapmayanlar çalışmıyor sayılacaktır. Fakat bu oldukça tartışmalı bir konudur; çünkü bu duruma göre, özellikle evlerinde çalışan kadınlar hiçbir şey yapmayarak zamanlarını harcamış duruma düşeceklerdir.   
 
İstihdam Olarak Çalışma: Sosyolojik olarak çalışmayı niteleyen etkenlerden biri de, bir ödemenin söz konusu olmasıdır. Buna göre insanlar, bir ödeme karşılığında çeşitli meslekler içinde yer alırlar ve emeklerini sunarlar.
 
Çalışma ve Boş Zaman Açısından Ayrımlaşma: Çoğu kişiye göre çalışma, çalışma dışı zamanın yani boş vakitlerin zıt anlamlısıdır. Buna göre çalışma, yapmamayı tercih edebileceğimiz ancak belli bir ücret karşılığında fiziksel uğraş harcadığımız zaman dilimini ifade eder.
 
Görüldüğü gibi çalışmayı farklı alanlar ile ilişkilendirmek mümkünse de, sosyolojik anlamda genel bir tanımını yapmak pek kolay değildir. Örneğin çamaşır yıkama, ütü yapma, yemek pişirme ve çocuk bakma gibi etkinlikler, hem ödenmemiş hem de ödenmiş emek içinde yer alabilirler. Bazı insanlar, sportif aktiviteleri hobi olarak yaparken bazıları için de bunlar yaşamı sürdürmeyi sağlayan mesleklerdir. Bunun yanında, "işe gitmek" belli bir durumu ifade ederken, iş yerine ulaştıktan sonra "çalışmak" zorunda olmak ise başka bir durumu ifade eder.
 
 
TARİHSEL SÜREÇ İÇİNDE ÇALIŞMA:
 
Göçebe Toplumlarda Çalışma: Yapılan çalışmalar göstermiştir ki, zamanı "üretici" aktiviteler ile değerlendirme anlamında çalışma olgusu modern Batı toplumlarına özgüdür. Çünkü göçebe toplumlarda, yaşamak için gerekli olan aktivite elde edilir edilmez "çalışma" da sona erer.
 
Köleci Toplumlarda Çalışma: Antik Yunan' da bir kişinin bir işte sürekli olarak çalışmak zorunda kalması yüz kızartıcı ve kabul edilemez olarak görülürdü. Bu nedenle, Yunanlılarda "çalışma" olgusunu karşılayan genel bir kelime yoktur.
Burada çalışma, "gereklilik" faktörü ile yakından ilişkilidir. Bu dönemde, gereklilik ve özgürlük birbirine zıt kavramlar olarak kabul edilmiş; özgür insanların, gerekliliklerin kölesi olamayacağı düşüncesi topluma hakim olmuştur. Bu nedenle bir işte sürekli olarak çalışma, soylulara özgü değildir; onlar, zamanlarını politika ile değerlendirmektedirler. Bu bağlamda konunun özüne inilir ise, başkalarına bağımlı olanlar yani çalışanlar, politik tartışmalara katılma özgürlüğüne de sahip olamazlar; bu alan, özgür olanlara yani soylulara aittir. Ayrıca politik alan içinde, aşağılık bir sınıf olmalarından dolayı çalışanlara güvenilemezde; bu nedenle Antik Yunan, demokrasiye her zaman kuşku ile bakmıştır. Aristo ve Platon gibi düşünürler, bu düşüncelerin etkisiyle sürekli olarak demokrasi ve emek unsurlarına saldırırlarken; demokrasiyi savunan kesim ise, emekten yana daha ılımlı bir tavır almıştır.
İlk dönem Yahudi toplumunda ise, "iş"in karşılığı olan avodah kelimesi ile köle anlamına gelen eved kelimesi aynı kökten gelir. Burada kölelik, emeğin en alçaltılmış şeklini oluşturur.   
 
Antik dönemde, çalışma üzerindeki olumsuz vurgu sadece kölelerle sınırlı kalmamış; ticaretle uğraşanlar da, bundan nasiplerini almışlardır.
Özellikle Yunan'da görülen bu durumu, en iyi dönemin filazoflarının düşünceleri özetler. Platon'a göre, doğa ne ayakkabıcı ne de demirci yaratmıştır; ticaretle uğraşan bu aşağılık kesimler, her an yalan söylemeye ve insanları aldatmaya hazırdırlar.
Çalışma konusunda ılımlı görüşlere sahip olan Romalılar ise, soylu ve özgür meslekler olarak, sadece askerlik ile tarımı kabul ederler. Ancak çalışma üzerine olumsuz vurgu, buradaki filazoflarda da mevcuttur. Platon'a paralel şekilde Çiçero da, ticaret ile namusun bir arada olamayacağını vurgular ve "her kim ki emeğini para karşılığında satarsa, kendini satmış ve köle duruma düşmüş olur" der.
 
Çalışmanın, toplumsal yaşamda merkezi bir öneme sahip olması ve "kamusal alan" içinde ortaya çıkması, modern toplum ile birliktedir.
 
Hıristiyan Öğretisi Açısından Çalışma; Hıristiyanlık çalışmaya, şeytanın ve bedenin kışkırtmalarından kaçınmak için bir yol ya da kefaret olarak bakar. Protestanlık ile belirginleşen bu durum sonucunda çalışma, ahlaki bir görev olarak görülmeye başlanmıştır. Weber'in de belirttiği gibi bu durum, daha sonra rasyonalizme dayanan kapitalizmin yükselişinde alt yapı görevi görecektir. Burada, özellikle Protestanlık içinde; biriktirme, kanaat etme ve sabretme gibi özellikler, çalışan sınıfların zihinlerine işlenen yeni toplumsal emirler olmuştur. Çalışanların denetimini elinde tutmak isteyen üst sınıflar tarafından çalışmaya, asillik ve kutsallık gibi ulvi değerler yüklenirken; avarelik de, umutsuzluk ve çaresizlik ile özdeşleştirilmiştir. 
 
Sanayileşmekte Olan Toplumlarda Çalışma: Üçüncü Dünya ülkelerindeki çalışanların bugün karşı karşıya bulundukları seçenek, sanayileşmekte olan sisteme kendilerini adapte etmeleri yani iş gününü mümkün olduğunca uzatarak potansiyel gelirlerini maksimuma çıkarmalarıdır. Bu durumda çalışma, yaşama anlam kazandıran bir olgu değil, yaşamı mümkün kılan temel etkendir. Bunun yanında, Üçüncü Dünyadaki kentsel iş gücünün büyük kısmı gayri-resmidir; yani sabit bir iş yeri, meslek veya gelire sahip değildir. Üçüncü Dünya'da ortaya çıkan kent fakirliğine rağmen, bu kişilerin kırsal alanları terk etmesinin birincil nedeni, yaşam şanslarını arttırma olasılığıdır; çünkü kırsal alanlarda bol olan boş vakit, kentlerde her zaman paraya dönüştürülebilir. Bir diğer neden de, kişilerin kentin cazibesine kapılmaları değil, aile ve sağlık gibi nedenlerden dolayı kenti tercih etmeleridir.  
 
 
ÇALIŞMA İLE İLGİLİ RADİKAL YAKLAŞIMLAR:
 
Radikal yaklaşımlar içinde en keskini, anarşistlerin emek ile ilgili görüşleri olmuştur. Onlar, ücretli işgücü sistemine karşı çıkmışlar; yaşamda önceliği, eğlence ve özgürlük gibi ihtiyaçların tatminine vermişlerdir. Bu refah sistemi sonrasında yapılması gereken diğer bir işlemin de, hesap-kitap üzerine temellenmiş burjuvazi rejimine ait borç-kredi sistemi ile temel kurumların ortadan kaldırılmasında; mutluluğa ve refaha giden yolun da, organize şekilde işin azaltılmasında yattığını belirtmişlerdir. Hatta bazıları görüşlerini, çalışma olgusunu tümüyle reddetmeye kadar vardırmışlardır.
 
    Radikal görüşün önde gelen temsilcilerinden Marks da, insanların gerçek potansiyellerini fark etmelerinin tek yolu olarak, onların emek güçlerini (yani çalışmayı) görmüştür. Marks'a göre emeğin maddi sonuçları, komünist görüşün temeli olan, insanın çalışma yoluyla kendini gerçekleştirmesinde yatmaktaydı. İnsanlar çalışma süresince katlandıkları yorgunluk ve acıyı, elde ettikleri maddi kazançlarla satın aldıkları zevklerle değiş tokuş ederek telafi ederek kendilerini gerçekleştireceklerdi. Marks için toplumun nihai amacı, sürekli yayılan bir üretim teknolojisi üzerine temellenen üretken faaliyetlerdir. Marks'ın düşüncelerinin çıkış noktasını oluşturan Adam Smith, bunu erdemli bir döngü şeklinde formüle etmiştir: insanlar çalışma süresi dışında potansiyellerini gerçekleştirebildiklerinden ve bunun için gerekli olan maddi koşullar da sadece çalışma yoluyla elde edilebileceğinden; insanların kendini gerçekleştirme uğraşları, nihai süreçte tüketmekte oldukları ürünleri ortaya koymak olacaktır.
Bunun temeli de, özel mülkiyet ve kar dürtüsünden kurtulmak kaydıyla, üretim faaliyetleri açısından önceki tüm toplumları geride bırakacak kadar üretken bir toplumdaydı. Bunun anlamı ise, Maks'ın ve onun takipçilerinin amacının, kapitalizmden daha demokratik bir toplum arayışı olmadığıdır. Demokrasi yerine üretkenliğin ön plana geçtiği bu toplum modeli en ideal şekliyle, SSCB içinde hayatiyete geçmiştir.
 
Bir diğer sosyalist düşünür olan Morris ise, Marksizmin üretkenliği ön plana çıkaran yaklaşımlarına mesafeli durmuş; sosyal ilerlemenin maddi zenginlik düzeyi ile ilgili olmadığını, bunun yerine kişisel tatmin sağlayan çalışma tecrübeleriyle bağlantılı olduğunu belirtmiştir. Ancak kapitalist toplumda, hiçbir üreticiliği olmayan ya da bu kesim tarafından üretken olmayan işler yapmaya zorlanan sınıflar vardır. Morris, her iki sınıfa da hoş gözle bakmaz. Ona göre, hiç kimse başkalarının veya toplumun faydası için acı çekmemelidir. İdeal toplumda herkes, yararsız çalışmalar ya da tembellik yerine faydalı işlerle uğraşacağından, çalışma günü de daha kısa ve daha verimli olacaktır. Bunun için de çalışma, makinelerin arzu edilir olmamasına rağmen gerekli olan emek süresini en aza indirmek için kullanılacağı ortamlarda gerçekleştirilmelidir.
 
Çağdaş düşünürlerden olan Gorz ise, kapitalizmin eleştirisinde Marks ile aynı düşünceleri paylaşmakla birlikte, onun proleteryanın rolü ve sosyalizmin kaçınılmazlığı etrafında şekillenen determinist görüşüne karşıdır. Daha çok, ileri teknolojinin gerekliliği ve çalışanların başkaları tarafından yönlendirilmesi gibi konular üzerinde durmuştur. Gorz, çalışanların kendilerini gerçekleşirmeleri yani potansiyellerini tam olarak kullanmaları sürecini çalışma alanı dışında arayarak, boş vakitlerin değerlendirilmesi ve sevilen hobilere zaman ayrılması içinde bulur. 
 
 
ÇALIŞMA İLE İLGİLİ MODERN BATILI YAKLAŞIMLAR:
 
Ücretsiz Aile İşgücü:
Ev işleri genelde ücret alınmadan yapılan işler olmasından dolayı, yakın zamana kadar çalışma ile ilgili literatür içinde yer almamaıştır. Ancak, herhangi bir ücret alınmadan evde yapılan her türlü çalışma, resmi ekonomi içinde bir bedele tabi olduğundan, bunlar artık çalışma olarak kabul edilmektedir.
Genel olarak, ev teknolojilerinin kadınları ev işlerinden kurtardığı görüşü önyargı olarak kabul edilmektedir. Geçmiş dönemlerde, kadının yapmakla yükümlü olduğu ev işleri sadece ağır ve monoton temizlik faaliyetleriyken; günümüzde bunlara alışveriş, çocuk bakımı, ütü, vs. eklenmiştir.
Bununla bağlantılı olarak, resmi ve gayriresmi sektör arasındaki ilişkiler; insanların zamanının bir sektörde daralırken diğerinde genişlediği yönündedir. Örneğin, kadınlar resmi çalışma ortamında daha fazla vakit geçirdikçe eve daha az vakit ayırmaya başlarlarken, bu durum erkeklerde tam tersidir. Burada resmi çalışma, gayriresmi çalışmanın garantisi olarak belirir.
Diğer bir durum da, aile ve çalışma arasında bir çatışma ortaya çıktığında, erkeklerin çalışmaya kadınların ise ev işlerine yönelmeleridir.
 
Cinsiyet ve Ev İşleri:
Çalışma yaşamında ataerkil koşullar halen devam etmektedir. Ev içi işler, çalışıyor olsalar bile sadece kadına yüklenmekte; iş hayatında yer alan erkekler ise, düşük statüdeki ev içi işlerden muaf görülmektedir. Bu açıdan kadınlar, iş hayatında eşitsiz bir durumla karşı karşıyadırlar. Bunun çözümü, bir yandan çalışma saatlerinin değiştirilmesi ve kreş gibi oluşumların organizasyonuyla aşılmaya çalışılırken; diğer yandan da, kadınların düşük ödeme ve düşük kariyer yapılarına sahip işlerden kurtarılmasıyla mümkün gözükmektedir. Bunun sonuçlarından bir diğeri de, kadınların düşük emekli maaşına maruz bırakılmalarıdır. Söz konusu koşul, hem bir adaletsizliğe hem de verimsizliğe yol açmaktadır.
Halbuki kadınlar, dışarıda çalışıyor olmasalar bile, erkeklerden daha çok iş üstlenmektedirler.
Cinsiyet temelli eşitsizlik, tüm toplumlarda geçerlidir. Örneğin Sovyetlerde ve onların güdümündeki ülkelerde, eşitlik ideolojisi geçerliydi. Ancak burada da, kadınlar "erkek işi" kabul edilen çalışmaları üstlendikleri halde, erkekler ev işlerini aynı oranda üstlenmemişlerdir. Komünizmin çöküşünde, en ön sıraları alanlar genelde kadınlar olmuştur. Çünkü bu toplumlarda kadınlar; önce üretimde bulunan işçi, ardından politik yaşamın aktif bir üyesi, sonra da ailenin bir ferdidirler.
Erkekler, kendilerini her şeyden önce evin geçimini sağlayan bireyler olarak görmüşler ve ev işlerinin bu rollerine zarar vereceğini düşünmüşlerdir.
 
Bunun yanında günümüzdeki feminist yaklaşımlar, söz konusu durumu adaletsiz iş yüklenimi ve sömürü olarak kabul etmişler; bunun çözümü için de, ev işlerinin maaşa bağlanması gerektiğini savunmuşlardır. Eğer bu uygulamaya girer ve evde yapılan işlere saat başına ödeme usulü kabul edilirse, bu büyük rakamlar demektir. Örneğin bu miktar, Almanya ve Amerika'daki GSMH'nin yaklaşık yarısı, Kanada'dakinin ise dörtte biri oranındadır. Bu rakamlar, kadınların ev içindeki konumunu ve bunun karşılığı olan değeri çarpıcı şekilde ortaya koymaktadır. Ayrıca bu yolla, kadınların ortadan kaldırılmış olan kariyerlerinin yol açtığı zararın da en alt seviyeye indirgeneceği ve yaşlılıklarında emekli maaşı ile sosyal güvenceden mahrum kalmış olan bu kesimin durumunun kısmen düzeleceği savunulmaktadır.
 
İşsizlik:
İşsizliğe eğilimli olan kesimler; vasıfsızlar, sağlık sorunu olanlar ve etnik kökenliler olarak ön plana çıkar. Ayrıca kadınlar, düşük statüde ve ücretlerde çalıştıkları için, erkeklere göre daha az işsizlik baskısı altında iken; özellikle belli bir yaşın üzerindeki erkekler, işsizlikle en fazla karşı karşıya olan kesimi oluşturarlar. Bunun yanında, bölgesel farklılıklar da işsizlik açısından etkili faktörlerdir.
 
İşsizliğin Toplumsal Boyutları:
İşsizliğin sonuçları, kişilerin farklı sınıflara dahil olmalarına göre de farklılaşır.
Farklı bir alanda veya farklı bir bölgede çalışmak, kişileri her zaman için işsizliğe daha fazla yaklaştırır ve onları dezavantajlı duruma getirir.
İşsizlik bireysel bir sorun olduğu kadar toplumsal bir sorundur da. İşsizliğin, ciddi sonuçları bulunmaktadır. Örneğin işsiz kişiler, intihara meyilli insanlardır.
İşsizliğin nedeni, kişisel hatalar olabileceği gibi, emek bolluğu da olabilir. İşsizlik süresi uzadıkça, sermaye düşmanlığı artar, toplumsal huzur ve çalışma barışı tehlikeye girer. Bu sebeple birçok ülkede, işsizlik yardımı gibi toplumsal politikalar mevcuttur.
Bir ülkedeki işsizlik oranı da önemli bir kriterdir. Eğer işsizlerin oranı toplumda büyük bir nüfus oluşturmuyorsa, burada işsizlik bireysel bir sorundur; ancak ülke nüfusunun önemli bir kısımı (örneğin yüzde onu) işsizlik sorunu ile karşı karşıyaysa, işsizlik toplumsal ve ciddi bir soruna dönüşmüştür.
 
İşsizliğin Nedenleri ve Türleri:
Bireyler ve toplum açısından önemli bir sorunu ortaya koyan işsizlik, her zaman aynı nedenlerden dolayı kendini göstermez.
İşsizlik türleri, toplumsal gelişmişlik düzeyiyle bağlantılı olarak, her toplumda farklı nedenlere dayanabilir. Örneğin, gelişmiş ülkelerde genellikle teknolojik ve arizi işsizlik tipleri görülürken, gelişmemiş ya da gelişmekte olan ülkelerde ise gizli veya mevsimlik işsizlik söz konusudur:
- Açık İşsizlik: Kişilerin çalışma gücüne ve arzusuna sahip oldukları halde, piyasa koşullarından dolayı iş bulamamaları durumudur. Daha çok ekonomik kriz gibi durumlarda ortaya çıkar.  
- Gizli İşsizlik: Kişilerin çalışırmış gibi görünmelerine rağmen, ortaya gerçek anlamda bir çıktının konulamaması ya da verimliliğin normalin altında seyretmesidir. Daha çok tarım toplumlarında görülür. Belli bir alanda normalin üzerinde kişi çalışıyorsa ve bu kişilerden bazıları işten çekildiği halde ürün çıktısında bir eksilme görülmüyorsa, gizli işsizlik söz konusudur.
- Mevsimlik İşsizlik: Sezonluk işsizlik olarak da adlandırılan bu tür, gelişmekte olan ülkelerin başlıca sorunlarından biridir. Daha çok, tarımsal ürünlerin niteliğine bağlı olan mevsim koşulları ya da ürün taleplerinde değişiklik yaratan koşullar nedeniyle görülür. Burada, özellikle tarımda çalışanlar yılın bir dönemini çalışarak geçirirken, diğer döneminde çalışamaz duruma düşerler. Hava ve iklim koşullarından kaynaklanan bu durum, içsel koşullar olarak nitelenirken; teknik gelişmeler de dışsal koşulları oluşturur.
Bunun yanında, mevsimlik işsizliğin bazı boyutları gelişmiş ülkelerde de görülebilir. Yaz aylarında görülen talep değişmeleri de, sanayi toplumlarındaki mevsimlik işsizliği oluşturur. Örneğin bazı sanayi sektörleri, yaz aylarında üretimlerini durdurur veya kısarlar.
- Konjontürel İşsizlik: Devri işsizlik olarak da bilinen bu işsizlik tipi, üretimdeki ve yatırımlardaki artışa rağmen toplam talebin yetersiz kalması ya da talepteki yetersizliğe bağımlı olarak ekonominin dönemsel olarak bir genişleme veya daralma durumuyla karşı karşıya kalmasıdır.
Bilindiği gibi talebin yetersiz olması, başlı başına işsizlik nedenidir; çünkü bu durumda yatırımlar durur, üretim kısılır ve bunun sonucu olarak istihdam geriler. Bu durum, kapitalist üretim biçimi içindeki kitle üretimine özgüdür.      
- Arızi İşsizlik: Daha çokgelişmiş ekonomilerde görülür; arz ve talep arasında denge olduğu anda dahi, çalışanların kısa vadeli yer değiştirmelerinden doğan işsizlik türüdür. Çalışanlar; istihdam güvencesi, daha iyi çalışma koşullarına sahip olmak veya daha iyi bir ücret almak gibi nedenlerden dolayı, başka bir işyerine geçiş esnasında kısa süreli olarak işsiz kalabilirler. Buna, arızi (friksiyonel) işsizlik denmektedir. Bu, tam istihdam durumlarında da ortaya çıkabilen bir işsizlik türüdür. Temel belirleyicisi, işgücünün akışkanlığıdır. Ortadan kalkması için, herkesin işinden memnun olması ve işini değiştirmeyi düşünmemesi gerekir.
- Teknolojik İşsizlik: İnsan gücü yerine makinelerin ikame edilmesinden doğan ve özellikle gelişmiş ülkelerde geçerli olan işsizlik türüdür. Günümüzde en geçerli olan işsizlik tipidir.
 
  Bugün 4 ziyaretçi (4 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol