Yrd. Doç. Dr. Uğur Dolgun'un Web Sitesi
  Avrupa Toplum Modelinin Merkezindeki Sistem: Calisma Iliskileri
 

 

AVRUPA TOPLUM MODELİNİN MERKEZİNDEKİ SİSTEM: ÇALIŞMA İLİŞKİLERİ
Çalışma ilişkileri, özellikle üç etkenden dolayı belirleyici konumdadır:
* “Ücretli” çalışmanın başat duruma geldiği bir toplumsal yapılanma,
* “Çalışma Hakkı”na dayalı bir hukuksal-sosyal sistemin kurulması,
* Bu ilişkilerin iki tarafında yer alan kesimlerin sahip olduğu sosyal ve siyasal güçler.
 
Toplumun diğer sistemleri de, bu sistem çerçevesinde oluşur ve biçimlenir.
 
Bir yanda ekonomik büyüme ile verimlilik diğer yanda ise eşitlik ve güvence, bu sistem çerçevesinde üretilir ve dağıtılır. Bu iki amacın varlığını sürdürebilmesi için, taraflar arası denge ve eşitlik önem taşır. Sistem, büyüme ve eşitlik gibi iki farklı taraftaki amaçları bir araya getirmekte; sistemin devamlılığı da, iki tarafın çıkarlarını gözeten bir anlayış doğrultusundaki demokratik yöntemler sonucunda sağlanmakta. (Bu noktada, “üçüncü yol” olarak bilinen politikalar doğrultusunda, başta İngiltere olmak üzere AB ülkelerindeki İşçi Partileri’nin dönüşümü göz önüne alınmalıdır.)
 
(Soru: Bu sistem ülkemiz açısından da geçerli midir ve taraflar arası denge ve eşitlik söz konusu mudur?)
(Cevap: Bu ülkelerdeki devlet, işçi sendikaları ve işveren kuruluşları arasında sistem üzerine genel bir uzlaşma sağlanmıştır. Bunda, işçi sınıfı ile sendikaların sosyalleşmesi ve siyasallaşması büyük rol oynar. Ancak bu durum, büyük mücadeleler sonrasında ortaya çıkmıştır. Bizde ise, çalışma ilişkilerine 1960 ve 1980 askeri darbeleri damgasını vurmuştur.)
 
Gelişmiş ülkeler genel anlamda “ücretliler toplumu” olmakla birlikte, en gelişmiş sektör olarak hizmet sektörü öne çıkmakta ve burada kadın istihdamı sanayi sektörüne göre yoğunluk göstermekte. Bunun sonucu olarak, bazı dönüşümler yaşanmakta:
 
* İstihdamda, geleneksel örgütlenmelere ve toplu çözümlere yatkın endüstri işçileri azalmakta,
* Bireyci eğilimleri yüksek olan, hizmet sektöründeki nitelikli işgücü artmakta,
* Örgütlenmeye sıcak bakmayan kadın istihdamı artarken, esnek çalışma biçimleri de yaygınlaşmakta,
* Bunların sonucunda, örgütlenme oranları hızla azalmaktadır.
 
Kısacası, bir yandan yapısal ve ideolojik anlamda sendikalaşma ile bunların “taraf” rolünü olumsuz yönde etkileyen koşullar kendini gösterirken, diğer yandan da Avrupa’daki çalışma ilişkileri küreselleşme ve ekonomik bütünleşme gibi iki ekonomik süreçten de etkilenmekte. Örneğin, ekonomik ve parasal birliğin üye ülkeler üzerinde baskısı hem sosyal politikalar hem de toplu pazarlıklar üzerinde belirleyici olmakta. Bunun yanında, sosyo-ekonomik yapıdaki sorunların artışı ve yapısal işsizliğin ortaya çıkması, refah devleti uygulamalarında tıkanıklıklara yol açmakta.
 
Böylece, bir yandan çalışma ilişkileri sistemindeki değişiklikler sendikalar ile ücretlilerin sorunlarını artırmakta, diğer yandan da refah politikaları alanının daralması nedeniyle çalışma ilişkilerindeki uzlaşma mekanizmalarının işlevleri azalmaktadır.
İşgücünün farklılaşması, sektörel değişimler, esnek çalışma biçimleri gibi etkenler sonucunda, Avrupa Toplum Modeli bugün -geçmişte olduğu gibi- çalışma ilişkileri temelli yeni sosyal çatışmalarla karşı karşıya kalacak gözükmektedir.
 
Avrupa’da, mevcut sistemin gelişmesine rağmen, kapitalist ekonomi ve liberal demokrasi sistemi içinde işçilerin durumunun olumlu anlamda gelişme göstermediğini söyleyen ve sistemi eleştiren çok sayıda düşünür bulunmaktadır:
* Marcuse; maddi koşulları iyileşmiş olsa da, düzeni denetleme gücü kalmayan işçilerin köleleştiği düşüncesindedir,
* Wallerstein; refah devletinin, küresel eşitsizlik ve sosyal dışlanmalar pahasına sınırlı bir başarı getirdiği görüşündedir.
 
Görüldüğü gibi, çalışma ilişkilerinde bazı iyileşmeler ortaya çıkmakla beraber, sorunların giderek artmakta olduğu günümüzde Avrupa’da ideolojik arayışlar devam etmektedir. Üstelik piyasa ekonomisine yönelik eleştiriler, sadece Marksist kesimden de gelmemektedir. Marksistler yanında kurumcu, feminist, alternatif iktisat yaklaşımları da, piyasa ekonomisinin insanı üretici ve tüketici olarak iki niteliğe indirgediğini belirterek, bu düalist yaklaşıma karşı çıkmışlardır.
* Gorz; kurtuluşu, verimlilik ve rekabet gibi ilkelerin ortadan kalkmasında ve daha az çalışarak daha iyi yaşamanın mümkün olacağı bir toplumda ararken,
* Feministler; tüm ihtiyaçların karşılanması doğrultusundaki bir ekonomi anlayışı paralelinde, ev içi ekonomisinin üretken olmayan işler sınıflaması içinde ekonomi dışına itilmesine itiraz etmektedirler.
 
Bunun yanında, günümüzde modern toplumun bunalımından bahsedilmekte-dir. Günümüz toplumunu ifade eden postmodernite, beraberinde kuşkuculuk, güvensizlik ve belirsizlik gibi olguları getirmektedir. Bu ortamda, sınıf ilişkileri ile ideolojilere odaklı çalışma ilişkileri yaklaşımları taraflara eskisi kadar anlamlı ve ilgi çekici gelmemektedir.
 
Ayrıca, bir yandan eşitsizlik artarken, diğer yandan da verimlilik ve rekabet yarışı sonrasında çalışanlarda çeşitli sorunlar ortaya çıkmaktadır:
* Ekonomik Sorunlar; işsizlik, güvensizlik ve düşük ücret,
* Psikolojik Sorunlar; yabancılaşma ve stres,
* Sosyal Sorunlar; göç ve dışlanma.
 
Mevcut şartlar içinde, eşitsizliklerin giderilmesi ve toplumdaki güç odaklarının kırılabilmesi açısından tek geçerli araç ise, yine siyaset ve demokratik-siyasal haklar olarak görülmektedir. Çalışanların, tek başına sosyal-siyasal gücü ellerine geçirerek koşullarını iyileştirebilmeleri zor olsa da; gelir dağılımındaki adaletsizliğin giderilmesinde, taraflar arasındaki güç dengesi ve siyaset tek çözüm olarak ortaya çıkmakta. Ekonominin sömürgeleştirici etkisi, ancak piyasa karşısında dengeleyici mekanizmalar yoluyla kırılabilir.
 
AB, ücretliler açısından dünyanın öteki ülkelerine örnek olacak gelişmeler sağladıysa, bunu ekonomik gelişmeden çok bu modelin sosyal-siyasal özellikleri sayesinde sağlamıştır.
 
Bu nedenle, Avrupa Toplum Modeli içinde iki önemli unsur söz konusudur:
* Çalışma ilişkileri sistemi, piyasa karşısında dengeleyici bir sistem olarak görev yapmaktadır,
* Çalışma ilişkileri alanında sağlanan çıktılar -ekonomik bölüşüm- ile refah devleti politikaları -siyasal bölüşüm- arasında yakın ilişkiler bulunmaktadır.
 
Şimdi, refah politikaları ve çalışma ilişkileri alanında koşullar değişmekte; ortaya çıkan sorunlar, bu politikaların oynadığı rolden dolayı, sadece bu sistemler açısından değil, toplum modeli açısından da meydan okumaya dönüşmektedir. Şu an için çözüm, modelin kendi içindeki mekanizmalar yoluyla bulunmaktadır, ancak sonrasını bilmek mümkün değildir.
 
AVRUPA TOPLUM MODELİNDE ÇALIŞMA İLİŞKİLERİNİN ANLAMI:
ETKİNLİK VE EŞİTLİK ARASINDA BİR DENGE
A.T.M.’nin merkezinde yer alan çalışma ilişkileri sistemi, sistemin mantığı gereği “verimlilik” ve “eşitlik” arasında bir denge sağlamaktadır. Burada, ekonomide etkinlik ve verimlilik ile sosyal eşitlik ve sosyal uzlaşma arasında bir sentez söz konusudur.
 
Böylece, hem ekonomik büyümenin sağlanması hem de sosyal barışın sürdürülmesi hedeflenmektedir. Amaç, her ikisinin de birbirini beslemesi ve yeniden üretmesidir.
 
Piyasa ve Çalışma İlişkileri; Emek ve sermaye arasındaki çatışma ile bu çatışmaya getirilen çözümler, hem modelin hem de çalışma ilişkilerinin biçimlenmesinde başat rol oynar. Siyasal ve sosyal örgütlenme buna örnektir.
 
Model, sosyal tarafların toplumun temel özellikleri -piyasa ekonomisi, çoğulcu demokrasi ve refah devleti- üzerinde bir uzlaşmaya varmaları sonucunda kurulmakta; her üç özelliğin de, hem kendilerini hem de aralarındaki dengeyi sürdürmelerine hizmet edecek şekilde işlemesi sağlanmaktadır. Bunu da, ekonomik, siyasal ve sosyal sistemin çıktılarının, bu dengeleri ve uzlaşmayı bozmayacak biçimde dağıtılması yoluyla yapmaktadır. Bu açıdan iki temel araç ortaya çıkar:
 
* Birincisi, siyasal bölüşüm aracı olarak sosyal politikalardır. Devlet ve siyaset, gelirin yeniden dağıtımını sağlayan araç olarak görev görür. Sistemin çıktılarının çok fazla adaletsiz olmasını önler. Bu politikaların dayandığı temel kavram, emek yerine vatandaşlık olarak kendini gösterir.
 
* İkincisi,ekonomik bölüşüm aracı olarak ücret pazarlıklarıdır. Taraflar arasındaki ekonomik çıkar çatışması, toplu pazarlık ve toplu sözleşmeler yoluyla kurumsal ilişkilere aktarılır. Emeğin fiyatının belirlenmesi, piyasa içinde olur; ancak emek, piyasanın karşısına kendi örgütleri aracılığıyla çıkar ve kurumsallaşmış çalışma ilişkilerini devreye sokar.
Sosyal Taraflar; İşçi ve işveren sınıfı, gerek sosyal güçleri gerekse siyasal mücadeleleri nedeniyle sosyal taraf niteliğini kazanırlar. Sistemin temel meselesini de, bu iki sınıf arasındaki uzlaşma oluşturur. Siyasal ve sendikal haklar, hem iki sosyal taraf arasında hem piyasa ile çalışma ilişkileri arasında hem de verimlilik ile sosyal eşitlik arasında denge kurmayı amaçlar. Bu sosyal sistem içinde devlet, uzlaşma sağlayıcı ve hakem olarak etkin bir rol oynar.
 
Taraflar ve amaçlar arasında değiş tokuş; Sistem,bir yandan ekonomik büyüme ve verimlilik diğer yandan da sosyal uzlaşma ve barış sağlaması açısından, her iki taraf için de olumlu sonuçlar üretmektedir. Sistem, 1970’lerin ortalarına kadar bu alanda ciddi bir başarı sağlamıştır. Bugün de, küreselleşme ve ekonomik parasal birliğin sağlanması sürecinde, taraflar arasında uzlaşma ve anlaşmalar yoluyla çözüm üretme uğraşındadır. Bu doğrultuda, bir yandan işgücü ile sendikalardan esneklik uygulamaları karşısında tavizler istenirken, diğer yandan da istihdamı güvence altına alacak politikalar uygulamaya konmaktadır.
 
Bu arada, refah devleti politikaları da çalışma ilişkilerindeki temel amaçların gerçekleşmesine yardımcı olmaktadır.
* Örneğin, eğitim politikaları yoluyla, işgücünün eğitimi ve becerisi yükseltilmekte, bu sayede işgücünün verimlilik düzeyi artmakta ve böylece sistemin işsizlik, düşük ücret, erken emeklilik gibi olumsuz sonuçları bir ölçüde telafi edilmektedir. Bugün birçok AB üyesi ülke, ABD’ye göre daha yüksek çalışma standartları ve yüksek sosyal harcamaları olmasına karşın, işgücü verimliliğinin yüksek olduğu ülkelerdir.
* Kapsamlı toplu pazarlık yapısıda, işgücü arasındaki büyük ücret eşitsizlikle-rini önlemektedir. Aynı zamanda, işletmelerin ücret rekabeti yerine verimlilik ve kalite rekabeti yapmalarına olanak sağlamaktadır.
 
Sonuç olarak, sistemin bugün büyük ölçüde devam eden başlıca özellikleri şunlardır:
* Sosyal taraflar                                                         * Sosyal diyalog 
*
Makro düzeyde uyumlulaştırılmış politikalar,            *Geniş bir ilişkiler ağı.
 
Sistemin en önemli özelliklerini oluşturan bu unsurların ortaya çıkması ve kurumsallaşması için, bazı yapısal özellikler gerekmektedir:
* Taraflar arasındaki ilişkilerin kurumsallaşmış olması,
* Ücret pazarlıklarının merkezileşmesi,
* Her düzeyde çatışmayı kurumsallaştıran uzlaşma ağırlıklı mekanizmalar.
 
 
 KURUMSALLAŞMIŞ, MERKEZİLEŞMİŞ, UZLAŞMA AĞIRLIKLI İLİŞKİLER
 
          Kurumsallaşma: Başlangıçta sendikalar kapitalist düzeni devirme peşindeyken, işverenler de çalışma yaşamına devlet ile sendikaların müdahalesine karşıydı. Bu düşmanca paradigmaların ortadan kalkmasında savaş ve oy hakkı etkili olmuştu.
 
            Devletin toplu pazarlıklara bir sorun çözme aracı olarak yaklaşımı gibi anlayışlar ile ekonomik sorunların üstesinden gelebilmek için merkezi toplu pazarlık yapısının tercih edilmesi, sanayi ve işkolu düzeyinde toplu pazarlıkların ortaya çıkmasında etken oldu.
 
Bu dönemde, sendikaların kurulmasının kolaylaşması ve genel oy hakkı elde edilip siyasi partilerin kurulması sonucunda, sendikalar da kendilerini siyasi mücadelelerden ayrıştırdılar. Böylece sendikalar, siyasi mücadele aracı olmaktan çıkıp; işçi ile işverenler arasındaki güç dengesinin eşitlenmesini ve daha hakça koşullar getirilmesini sağlayan kurumlar olarak kabul edildiler. Sendikaların güçlü siyasal eğilimleri, toplu pazarlıkların kabulünde ve kurumsal hale dönüşmesinde etkili olmuştur.
 
             İşçi sendikalarının resmileşmesi ve toplu pazarlıkların artması, işveren örgütlerinin ortaya çıkmasına yol açtı. Bunun sonucu da, işyeri düzeyi yerine -çok sayıda işverenin katıldığı- işkolu pazarlıklarının artışı oldu.
 
             1970 sonrasında yaşananlar ise, İskandinav ülkeleri hariç, sendikalaşma düzeyi ve oranlarında bir gerileme meydana getirmiştir. Bu durum, Avrupa toplum modelinin sürdürülmesi açısından ciddi sonuçlar doğurmaktadır.
 
            Merkezileşme: Çalışma yaşamına ilişkin kuralların konmasında, -İngiltere hariç- merkezi örgütler ile merkezi pazarlıklar önemli yer tutmaktadır.
 
İşverenlerin seçimi, işkolu düzeyinde yapılan ve daha geniş bir işgücünü kapsayan merkezi toplu pazarlıklar olmuştur. Ancak bu bazı önkoşullara bağlıdır. Örneğin, iki tarafın da güçlü bir merkezi örgütlenmeye gitmiş olmaları ve üyeleri üzerinde bağlayıcı bir otorite kurmuş olmaları gerekmektedir.
 
Ancak merkezileşme eğilimlerine rağmen, Avrupa ülkeleri kendi içlerinde farklılıklar göstermektedir. Örneğin Avusturya, Almanya ve İsveç’te birleşmiş bir sendikacılık anlayışı hakimken; İtalya, Fransa, Hollanda, Belçika’da ideolojik ve dinsel nedenlerle sendikalar bölünmüş ve birden fazla işçi sendikaları konfederasyonu ortaya çıkmıştır. Ancak bu ülkelerde devlet, toplu pazarlıkların merkezileşmesi açısından etkili olduğu görülmektedir.
İşçi sendikaları konfederasyonlarının merkezileşmiş olduğu ülkelerde, üye sendikalar üzerindeki otorite de geniştir.
 
Bugün Avrupa ülkelerinin çoğunda, toplu pazarlıklar merkezi bir yapı göstermektedir; toplu pazarlıkların işyeri düzeyinin üzerinde işkolunda yapılmasına, her iki kesim de olumlu yaklaşmaktadır. Bunda, Batı Avrupa’da sendikacılık hareketinin yalnızca üyelerinin çıkarlarını korumakla kalmayıp, sınıfsal ve sosyal bakış açısının egemen olması önemlidir. Toplu pazarlık işkolu düzeyinde yapılınca, tüm işyerleri için geçerli olan koşullar getirmek mümkün olmaktadır.
 Bu ülkelerin çoğunda, toplu pazarlık ilişkileri “ikili” bir yapı göstermektedir. Örneğin merkezde genel ilke ve kurallar getirilirken, işyeri düzeyinde de sendika ya da işçi temsilcilerine ikinci bir pazarlık imkanı bırakılmaktadır.
 1980 sonrası işkolu pazarlıklarından işyeri pazarlıklarına bir kayma olsa da, standartların korunması açısından işkolu pazarlıkları önemlerini korumaya devam etmektedirler.
 
Çatışmanın kurumsallaşması ve uzlaşmaya yönelmiş mekanizmalar: Çalışma ilişkileri nitelikleri gereği çatışmacı ilişkilerdir. Bu nedenle, sendikalaşma ve ona bağlı haklar, kapitalist ekonomi içinde iki taraf arasında uzlaşma sağlayıcı araçlar olarak işlev görür.
Sendikaların sosyalist ve devrimci eğilimlerinin yerini demokratik ortamda siyasal ve ekonomik mücadele alınca, iki taraf arasındaki çıkar çatışmasını çözecek araçların varlığı da büyük önem taşır. Bu araçlar, sistemin devamlılığı için taraflar arasında uzlaşmaya yönelmekte, bir anlamda “çatışma kurumsallaşmaktadır.”
 
Bir yandan, -siyasal hakların kurumsallaşmasıyla- sınıf çatışması siyasete ve demokratik mekanizmalara  devredilmekte, refah devleti ve refah politikaları sınıf çatışmasının uzlaşmaya dönüşmesi için kullanılan en önemli araçlar olmaktadır. Diğer yandan, -sendikal hakların kurumsallaşmasıyla- toplu pazarlıklar yoluyla iki taraf arasındaki ekonomik çıkar çatışmasının çözümü amaçlanmaktadır.
 
Kısacası, çıkar çatışmasını kurumsallaştıran araçların bir kısmı siyasal yapı ile refah devletinde, bir kısmı da sendikal haklar biçiminde varlık kazanmaktadır.
 
Bu nedenle, çalışma ilişkilerinin temel felsefesi, çoğu zaman sorunların ve çatışmanın “anlaşma yoluyla yönetimi” şeklinde olmaktadır. Bu anlamda toplu pazarlıklar, çatışmayı “kurumsallaştıran” ve ilişkilerde “uzlaşma sağlayan” bir araç olarak önemlidir. Bundan dolayı, taraflar arasındaki pazarlıklar, ulusal düzeyden işyeri düzeyine kadar ve ekonomik sorunlardan ücret pazarlıklarına kadar temel bir uzlaşma aracı olarak kabul edilir.
 
Örneğin çalışma ilişkilerinde korporatist bir yapının ortaya çıkmasına yol açan üçlü görüşmelerde “siyasal pazarlıklar” veya “uyumlaştırma politikaları” söz konusudur.
·        Enflasyonun önlenmesi, büyümenin hızlandırılması, istihdam yaratılması gibi ekonomik ve sosyal açıdan tüm toplumu ilgilendiren konularda ortak sonuçlara ulaşmak için kullanılan araç sosyal sözleşmedir.
·        İki taraf arasında ücret konusu dışında kalan bazı ortak sorunların çözümü için de, ulusal düzeyde anlaşmalar yapılmaktadır.
  
DEVLETİN ETKİN ROLÜ VE DEMOKRATİK KORPORATİZMİN ÖNEMİ
Çalışma ilişkilerinin üç temel aktörü vardır ve bunlardan devletin rolü diğer ikisine göre çok daha kapsamlıdır. Bu rollerden başlıcaları şunlardır:
·        Devletin yasa koyucu rolü,
·        Asgari standartları belirlemesi,
·        İş uyuşmazlıklarında arabulucu olması,
·        Kamu sektöründe işveren olarak rolü,
·        Sosyal politika uygulayıcısı olarak rolü.
 
Makro Korporatizm: Sosyal tarafların güçlü olduğu ülkelerde devlet, tarafların işbirliğini sağlamayı ve onları kararlar alınırken devreye sokmayı, politikalara işlerlik kazandırmak açısından önemli görür. Böylece çalışma ilişkileri, toplumsal sistemin merkezinde yer alır. Tarafların sosyalleşmesi ve siyasallaşmasıyla, ekonomi de sosyalleşir ve siyasallaşır. Bunun sonucunda sistem, bu çok taraflı ilişkiler paralelinde politikalar oluşturur ve korporatist yapı ortaya çıkar.
Avrupa’da korporatist geleneğin kökü, hem dinsel ve ahlaki hem de geleneksel açıdan köklü bir geçmişe dayanır. Ahlaki açıdan, “toplumun iyiliği” düşüncesi öne çıkar.
1950 sonrası taraflara ait örgütlerin güçlendiği ülkelerde, neo-korporatizm ortaya çıkmıştır. Keynezci uzlaşma dönemi de denilen ve 1970’lerin ortalarına dek uzanan bu dönemde, üç taraflı kurullar-üç taraflı anlaşmalar yoluyla geniş çaplı bir ulusal “uyumlaştırma” politikası izlenmiştir. Bu doğrultuda birçok ülkede çalışma ilişkileri, uzun süre ulusal düzeyde belirlenen ilkelere uyum çerçevesinde yürütülmüştür. 1970 sonrasında ekonomik koşullar nedeniyle geri dönüşler olmuş, ancak 1990’larda ekonomik koşulların zorlaması ve sosyal sistemin gereği olarak hükümetler ile sosyal taraflar arasında yeniden ulusal anlaşmalara dönülmüştür.
 
Destekleyici ve düzenleyici rol:  Devletin yasa koyucu rolü, hem -sendikal hakları belirler şekilde- çalışma ilişkilerinin genel çerçevesini çizmekte, hem de getirdiği asgari standartlarla toplu pazarlıklar için başlangıç noktası oluşturmaktadır.
Devletin çalışma ilişkilerine müdahalesi dört şekilde olabilir:
Destekleme: Devlet, sendikalaşma ve toplu pazarlığın önündeki engelleri kaldırarak, sendikal hakların kullanılmasını kolaylaştırabilir.
Sınırlama: Bazı sektörler ve gruplar için sendikal hakları yasaklayabilir yada kısıtlayabilir.
Düzeltme: Ücretlere otomatik endeksleme sistemi getirmek gibi veya iş uyuşmazlıkla-rında arabulucu olmak gibi müdahalelerle, taraflar arası ilişkilerde düzeltici bir rol oynayabilir.
Tanımlama: Yasalar veya siyasal pazarlıklar yoluyla taraflar arasındaki ilişkilerde genel ilkeler ile genel amaçların tanımlanması işlevini üstlenir.
SENDİKALAR VE SİYASET
 
Sınıf temelli politika yapan partilerin zaman içinde kitleselleşmesiyle birlikte, sendikalar ile siyasi partiler ayrışmış; günümüzde sendikaların gücü, iktidardaki partiden çok kendi kurumsal güçlerine bağlı hale gelmiştir.
 
Sendikalar ile siyasi yapı arasındaki ilişkiyi incelediğimizde, karşımıza çıkan tablo şöyledir:
  • Sendika üyesi olan işçiler, sendikasız olanlara göre daha fazla sendikalara yakın olan sol partilere oy vermektedir.
  • 1990’lı yıllarda, sendika üyesi olan kesimde de kendilerine yakın partilere oy verme oranında gerileme ortaya çıkmıştır.
  • Kendi içinde farklılaşan ücretlilerin oy verme eğilimleri gruplara göre farklılaşmaktadır. Mavi yakalılar ile daha alt kademedeki beyaz yakalılar sol partilere daha yatkınken, orta ve üst kademedeki beyaz yakalılar sol partilerden uzaklaşmaktadır. (Burada marksizmin eleştirisi olarak, Marks’ın ücretli kesimin tümünü aynı gören homojen yaklaşımının yanlış olduğu da ortaya çıkmaktadır.) Ancak Fransa, Portekiz ve İspanya istisna teşkil etmekte, bu üç ülkede siyasallaşma oranının yüksek olduğu görülmektedir.
        Dolayısıyla çalışma ilişkileri ile siyasal yapı arasındaki ilişkide, ekonomik koşullar dışında, sendikalaşma düzeyi, sendikaların siyasal rolü, sendika üyelerinin ideolojik tercihleri belirleyici olmaktadır.
 
Bunun yanında, toplumun her kesimi refah politikalarının sürdürülmesinden yanadır. Bu görüşler şunlardan oluşmaktadır:
 
·        Devletin, isteyen herkese iş sağlama konusunda bir sorumluluğu bulunmaktadır,
·        Devletin, gelir ve zenginlik dağılımındaki eşitsizlikleri giderme konusunda bir sorumluluğu bulunmaktadır.
  
BUGÜNKÜ DURUM: PAZARLIKLARIN DEVAMI VE “REKABETÇİ KORPORATİZM”
            Avrupa modelinin oluşmasında ülkeler arasında çeşitli farklılıklar söz konusudur. Örneğin sonradan üye olan Akdeniz ülkelerinde çalışma ilişkileri, endüstrileşme düzeyleri farklı ve endüstri-ücretliler toplumuna dönüşmeleri daha geç olduğu için, modeli geriden izlemektedir.
 
            Temel Değişiklikler: Günümüzde çalışma ilişkilerinde üç temel değişiklik söz konusudur.
  • Sendikal örgütlenmede gerileme: Bunun sonucunda, sendikaların sosyal taraf rolü ve toplu pazarlık gücü zayıflamaktadır.
  • Toplu sözleşmelerde merkezden uzaklaşma:Merkezdenişletme/işyeri düzeyine kaydıkça, işgücü açısından standartları korumak zorlaşmakta ve işgücü arasındaki dayanışma azalmaktadır.
  • İstihdam ve çalışma koşullarında görülen esneklik uygulamaları: Esneklik uygulamaları, işletme/işyeri pazarlıklarını gündeme getirmekte, bunun sonucunda da taraflar arasındaki denge sarsılmaktadır.
           Toplu Pazarlık Düzeninin Devamlılığı:  Ülkelere göre kapsamı ve boyutları değişse de, toplu pazarlıkların egemen olduğu yapı varlığını sürdürmektedir. AB, Maastricht ve Amsterdam Anlaşmaları ile sosyal tarafları, sosyal diyaloğu ve toplu pazarlıkları destekleyen bir yapıyı temel alan bir anlayışa sahiptir.
 
Toplu pazarlıklar, sosyal piyasa ekonomisinin temel dayanağını oluşturmaktadır. İngiltere dışındaki ülkelerde, toplu sözleşmelerin kapsamı işgücünün 4/3’ünden fazlasını kapsar. Bu oranlarda, İsveç % 91 ve İngiltere % 18 ile iki ucu oluşturur.
 
Yeni Biçimler Kazanan Korporatizm: Avrupa’da bugün, refah devletinin ve çalışma ilişkilerinin sorunları iç içe geçmiştir. Her ikisinin de sosyal modelin merkezinde yer almaları nedeniyle, sorunların çözümünde siyasal eğilimler belirleyici rol oynamakta ve radikal çözümler söz konusu olmamaktadır.
 
1980 sonrası dönemde, İngiltere hariç olmak üzere, devletin rol müdahaleleri her iki alanda da artmıştır:
  • Devlet, sendikal haklar ile toplu pazarlıkları güçlendiren ve işyerlerinde işçilerin katılımını sağlayan yasal düzenlemelerle, daha destekleyici bir rol oynamaktadır.
  • Devlet, “korporatist düzenin mimarı” olma rolünü sürdürmekte ve makro düzeydeki konuları içeren sosyal anlaşmalarda etkin rol oynamaktadır.
  • Ancak bu tip yasalar ve üçlü anlaşmalarda, bu ülkelerdeki sosyal-siyasal dengeler önemli rol oynamaktadır. Bu ülkelerde, yaygın bir örgütlenme ve yerleşik bazı özelliklerin varlığı ile tarafların sosyal-siyasal güçleri, radikal değişiklik yapmanın siyasi maliyetini yükseltmekte ve sistemin devamı yönündeki politikaları geçerli kılmaktadır.
 
İlişkilerde Değişen İçerik: Ancak sistemin devamı yönünde politikalar söz konusu olsa da, ilişkilerin ve pazarlıkların içeriğinde önemli değişiklikler olmaktadır:
  • Kimilerine göre, çalışma ilişkilerinde ortaya çıkmış birçok farklı uygulama ve standarda rağmen, ulusal düzeydeki uyumlaştırma politikaları devam etmektedir. Buna, “merkezin kontrolünde merkezden uzaklaşma” adı verilmektedir.
  • Kimilerine göre, toplu pazarlıklar merkezden uzaklaştıkça sendikaların gücü azalmakta, yönetimin inisiyatif gücü ise artmaktadır. Yönetimin amacı, işletmelerdeki çalışanlar ile doğrudan ilişki kurmak yoluyla, makro korporatizm yerine “mikro korporatist” ilişkiler geliştirebilmektir.
  • Kimilerine göre de, sistemde merkezi ilişkilerin rolü devam etmekte, ancak artan rekabet nedeniyle ilişkiler “rekabetçi korporatizm” dönüşmektedir.
 
Bu yaklaşımların tümünde bir doğruluk payı bulunmaktadır. Bunun sonucunda, “taviz pazarlıkları” veya “bütünleştirici pazarlıklar” adı verilen, her iki tarafın da kazandığı ve karşılıklı tavizlere dayanan anlayış öne çıkmaktadır.
 
Kısacası, genel olarak toplu pazarlık düzeni korunmakta, ancak hem ulusal hem de işletme düzeyinde yapılan pazarlıkların biçimi değişmekte; sorunların çözümünde karşılıklı tavizlere dayalı bir pazarlık anlayışı egemen olmaktadır.
 
Bunun sonucunda da, bir taraftan refah politikaları ile toplu pazarlık konuları birbiriyle ilişkilendirilmekte ve bazı kısıntılara gidilmekte, diğer taraftan da taviz gerektiren konularda sosyal diyalogdan yararlanılmaktadır. Örneğin, ücret artışlarının kısıtlanmasına karşılık istihdam artışının sağlanmasının veya esneklik uygulamaları karşısında istihdam güvencesi verilmesinin söz konusu olduğu anlaşmalar yaygınlık kazanmaktadır.
 
Bugün, “istihdam ve rekabet anlaşmaları” yaygın biçimde kullanılmakta ve bunların AB üyelerindeki toplu pazarlık düzenini birbirine yakınlaştırdığı ileri sürülmektedir. Bunlar ulusal düzeyde yapıldıklarından, ülkelerin rekabet düzeyini yükseltmek için ücret artışlarını kısıtlarlar.
AB üyesi 11 ülkede yapılan istihdam ve rekabet anlaşmalarına ilişkin araştırmada dört tür yaklaşımın öne çıktığı görülmüştür:
  • Çalışmasüresive çalışmanınyaygınlaştırılması, istihdamınkorunması veya yeni istihdam yaratılması gibi önlemler geliştirilmiştir,
  • Esneklik uygulamaları genişletilerek işgücü maliyetinin azaltılması öne çıkmıştır,
  • Yeniden eğitim ve esneklik uygulamalarıyla verimlilik artışı amaçlanmıştır,
  • İşgücünün azaltılması, işçi sendikaları ve işveren kuruluşlarının yardımıyla yeniden eğitim ve başka işlere yerleştirme gibi önlemlerle desteklenmektedir.
 
Bu anlaşmalarda, çalışma sürelerinin azaltılması ve çalışmanın farklı biçimde düzenlenmesi öne çıkan konular olmaktadır.
 
DeğişimİçindeSüreklilik: Sistemindevamlılığıaçısındanbir diğer özellik; refah politikaları, işgücü piyasası politikaları ve ücret politikalarının birbiriyle ilişkilerinin daha belirginleşmesidir.
 
Günümüzde ekonomik ve parasal birlik gereğince, ekonomi alanındaki temel politikalar AB düzeyine kayarken; ücret ve refah politikaları ulusal düzeyde kalmaktadır. Ekonomik ve sosyal politikaların birbirinden ayrıldığı bu durum, toplu pazarlıklarda sendikaların pazarlık alanının daralması anlamına gelmektedir. Bu nedenle sendikalar, hem daha geniş çaplı makro-ekonomik politikaların AB düzeyinde belirlenmesini, hem de ücret pazarlıkları ile sosyal politikaların AB düzeyine kaymasını istemektedirler. Ancak bu iki durumun mümkün olabilmesi için, AB’nin siyasal birleşmeyi gerçekleştirmesi lazımdır.
 
  Bugün 1 ziyaretçi (4 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol